28 Aralık 2009 Pazartesi

Acı hatıralar ve “Kırık Kucaklaşmalar”




ALPER TURGUT


“Kırık Kucaklaşmalar” (Los Abrazos Rotos), hayatının biricik aşkını yitirmesinin ardından eski kimliği ve kişiliğinden vazgeçen ve acı hatıralar denizinde tereddütsüz kaybolan bir adamın hüzünlü türküsüdür. Ve kahramanımız, tek bir şartla geri dönecektir. Kadınının çarçur edilen filmini, yeniden kurgulamak için...


“Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar”, “Çıplak Ten”, “Annem Hakkında Her Şey”, “Kötü Eğitim”, “Konuş Onunla”, “Dönüş”... Akdeniz esintili ve ziyadesiyle lezzetli... Tutkun, saplantılı ve özgün bir sinema dili bu... Yaratıcısı ise Oscar’lı İspanyol yönetmen Pedro Almodovar, elbette. Pedro Usta’nın son yapıtı Kırık Kucaklaşmalar, film içinde film de diyebileceğimiz, allak bullak bir senaryodan demleniyor. Öyle doldurmuş ki heybesini, ne ararsanız onu bulmanız işten bile değil. Alınyazısı, kıskançlık, nefret, çekişme, itişme, intikam, iktidar... Hayata dair tüm duygular, hala acıtan hatıralarını gizlemeye çalışan acemi tipler ve zekâya dair örgüler. Ve bitmek nedir bilmeyen sorunlu ilişkiler ağı... Yer yer ağlak, çokça savruk ve karmakarışık. Hatta dilerseniz, Yeşilçam’dan tatlar dahi alabilirsiniz. Filmin başrollerini, Almadovar’ın Hollywood’a armağan ettiği fetiş oyuncusu Penelope Cruz ile birlikte Lluis Homar, Blanca Portillo, Jose Luis Gomez, Ruben Ochandiano ve Tamar Novas üstleniyorlar. Hemen hepsi işlerini layıkıyla kotarmışlar, dozunda ve tam ayarında... Sadede gelirsek şayet; Kırık Kucaklaşmalar, kesinlikle Almadovar’ın en iyi filmi değil. Ama inadına davetkâr ve seyredilmeye değer. 8 Ocak 2010’da gösterime girecek, mümkünse kaçırmayın.







Görme engelli yazar Harry Caine ve 14 yıl önce sırra kadem basan yetenekli yönetmen Mateo Blanco... Tek bir adam ve iki ayrı kimlik ve kişilik... Sevdiği kadının kaybetmek, Mateo’yu, Harry’e çevirmiştir. Trajik öykü, güzeller güzeli Lena’nın trafik kazasında ölmesiyle başlar. Mateo ise kazadan gözlerini bırakarak kurtulur. Artık kapkaranlık bir dünyanın içerisindedir, yazarak ve çizerek unutmaya çalışır. Ama ne fayda... Delice bir aşk, bir kara sevda, unutulabilir mi? O, için için sevmeyi sürdürür.

Edebi metinler ve senaryolar yazarak yaşamını idame ettiren Harry Caine’in en yakın dostları ise yönetmenlik döneminden beri yanından ayrılmayan vefalı yapımcısı Judit Garcia ve onun oğlu Diego’dur. Delikanlı, yazılarını kâğıda dökmesi için Harry’e yardımcı olur. Gözleri görmese de çapkınlıklarını sürdüren ve çektiği çile belli olmasın diye alaycı bir adama dönüşen Harry, sürekli reddettiği ve bu dünyadaki izlerini silmeye çabaladığı Mateo’dan kaçabilecek midir?

Sonra bir gece, Judit çok uzaklardayken Diego kaza geçirir. Hastaneye kaldırılan gencin başından ayrılmayan Harry, taburcu olduktan sonra da onu kendi evine taşır. Diego fırsatı kaçırmaz. Çünkü annesi Judit’in sırlarla dolu bir geçmişi vardır ve yanıtlarını alacağı yegâne kişi ise Harry’dir. Ve Harry, yıllar sonra ilk defa anlatmaya başlar. Konuştukça rahatlar, rahatladıkça Mateo geçmişten çıkagelir. Hayat kadınlığından kurtulmak isterken zengin ve hırslı işadamı Ernesto Martel’in kölesi haline gelen Lena ve genç kadını bir filminde oynatmaya karar verdikten sonra hayatı rayından çıkan Mateo... Sonra Judit’in suçluluk duygusu, Martel’in eşcinsel oğlu Ray X derken gizem aydınlanmaya başlar. Herkes Mateo’ya âşıktır, Martel ve Mateo ise Lena’ya... Ve aşk bölüşüldükçe bela daha da büyür.

http://www.cinedergi.com/


8 Aralık 2009 Salı

Bozkırın hüzünlü bilgesi




ALPER TURGUT


Ahmet Uluçay, büyülü dünyaya delicesine tutkundu, hayatını, sinemaya ve imkânsızı olanaklı kılmaya adadı. Taşradan, dünyanın bütününe hitap edebilecek farklı ve özgün bir dil yakalayabilmek, ezber bozmak ve çığır açmak değil de nedir? O, küçük bir bütçeyle bile dev ve unutulmaz bir film yapılabileceğini gösterdi. Ahmet Uluçay, genç sinemacıların kılavuzudur artık...

Bozkırın büyük ozanı Cengiz Aytmatov, “Bozkır uçsuz bucaksız, insan ise küçüktür. İnsan çok güçlü ve hünerli olmalıydı burada” der. Tüm zorluklara karşın, ömrünü bir sevdaya adayan Ahmet Uluçay, başka nasıl tarif edilebilir ki? Üstelik “Karpuz kabuğundan gemi değil, Titanik bile yaparsın. Para değil, yürek meselesi” diyebilecek denli enteresan ve tutkun bir adam bu... Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik Köyü’nde sinema yapmaya soyununca, Ahmet Uluçay’ın adı köyün delisine çıktı. Ama o yılmadı, rengârenk düşlerini, tuval olarak kullandığı beyazperdede resmedebildi. O, orijinal, nitelikli, samimi ve naif bir dil kullanarak, evrensel sinemaya giden yolun kapılarını açmıştır.

Ahmet Uluçay’ın kısa film serüveni ise 1993’te ‘Optik Düşler’ ile başlar, sonra sırasıyla ‘Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak’ , ‘Bizim Köyün Orta Yeri Sinema’, ‘Minyatür Cosmosda Rüya’, ‘Epileptic Film’ ve ‘Exorcise’ gelir. Her sinemasever, Ulaçay’ın kısa filmlerini mutlaka seyretmelidir. Göreceksiniz ki, sıcacık ve yumuşacık filmler yapabilen bu adamın, aynı zamanda korku-gerilim türünde de söyleyeceği çok şey vardır. Sinemamız, tekdüze bir yönetmeni değil, geniş bir yelpazede eserler verebilecek büyük bir yaratıcıyı yitirmiştir.

Ahmet Uluçay’ın, uzun metrajlı mirası ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ ve Sicilyalı usta yönetmen Guiseppe Tornatore’nin kült yapıtı “Cennet Sineması” (Nuovo Cinema Paradiso / 1988)... Bizim Gımıldak Recep ve düş ortağı Mehmet ile makinist Alfredo’nun gözü kulağı olan küçük Toto... Ne çok benzeşirler, her iki filmden de aldığınız lezzet, hemen hemen aynıdır.

Yalın bir hikâyeden, 40 ödüllü bir başyapıt çıkartmak, herkesin harcı olmasa gerek... Ancak film gibi bir hayatınız varsa işler değişir. Hem öykü, şiir ve senaryo yazacaksınız, hem de aynı anda yem fabrikasında hamallık yapıp film çekeceksiniz. Kamyonlarda direksiyon sallayıp, inşaatlarda ve tavuk çiftliğinde çalışacak, beyninizdeki tümörü hiçe sayıp son soluğunuza dek sinema diyeceksiniz. Evet, daha henüz 12 yaşındayken sinema yapmayı aklına koyan Ahmet Uluçay’ın azim ve kararlılıkla örülü yaşam öyküsü, değme senaryolara taş çıkartır. Umarım mesaj alınmıştır.

Bugün bize has bir sinemadan bahsedemiyorsak ve hala birbirinin kopyası gişe filmleri ve 7. sanat ile alakası olmayan girişimlerle avunuyorsak şayet, Ahmet Uluçay’lar yaşarken kıymetlerini bilmediğimizdendir. Bozkırın hüzünlü bilgesi, kuşkusuz son bir ders vererek veda etti bizlere, değerbilmezliğimizi gösterip, geleceğe dair sorumluluklar yükleyerek... Yönetmen Cemal Şan, onun ardından “Çok değerli bir sinema tutkununu kaybettik. Hastalığı sırasında ona gereken yardımı yapamadığımız için utanıyorum” dedi. Bu utanç hepimizin... Dileriz ki; üzgün, kırgın ve borçlu giden bu yalnız adam, çoğalmamıza vesile olur. Ve vefasızlık illeti, Ahmet Uluçay ile sonlanır ve herkes, Türk Sineması adına ellerini taşın altına koyar. Unutulmamalı, sinemayı var eden kolektif bir çabadır ve bu sanat, sadece ekip ruhuyla kotarılır. Uluçay’ın, 2007’de başladığı ancak hem hastalığı hem de maddiyatsızlık nedeniyle bitiremediği ‘Bozkırda Deniz Kabuğu’ adlı yapıtını, yönetmenlerimiz, imece usulü çalışarak nihayete erdirecekler. Dört gözle bekliyoruz.

CUMHURİYET GAZETESİ