8 Aralık 2009 Salı

Bozkırın hüzünlü bilgesi




ALPER TURGUT


Ahmet Uluçay, büyülü dünyaya delicesine tutkundu, hayatını, sinemaya ve imkânsızı olanaklı kılmaya adadı. Taşradan, dünyanın bütününe hitap edebilecek farklı ve özgün bir dil yakalayabilmek, ezber bozmak ve çığır açmak değil de nedir? O, küçük bir bütçeyle bile dev ve unutulmaz bir film yapılabileceğini gösterdi. Ahmet Uluçay, genç sinemacıların kılavuzudur artık...

Bozkırın büyük ozanı Cengiz Aytmatov, “Bozkır uçsuz bucaksız, insan ise küçüktür. İnsan çok güçlü ve hünerli olmalıydı burada” der. Tüm zorluklara karşın, ömrünü bir sevdaya adayan Ahmet Uluçay, başka nasıl tarif edilebilir ki? Üstelik “Karpuz kabuğundan gemi değil, Titanik bile yaparsın. Para değil, yürek meselesi” diyebilecek denli enteresan ve tutkun bir adam bu... Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik Köyü’nde sinema yapmaya soyununca, Ahmet Uluçay’ın adı köyün delisine çıktı. Ama o yılmadı, rengârenk düşlerini, tuval olarak kullandığı beyazperdede resmedebildi. O, orijinal, nitelikli, samimi ve naif bir dil kullanarak, evrensel sinemaya giden yolun kapılarını açmıştır.

Ahmet Uluçay’ın kısa film serüveni ise 1993’te ‘Optik Düşler’ ile başlar, sonra sırasıyla ‘Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak’ , ‘Bizim Köyün Orta Yeri Sinema’, ‘Minyatür Cosmosda Rüya’, ‘Epileptic Film’ ve ‘Exorcise’ gelir. Her sinemasever, Ulaçay’ın kısa filmlerini mutlaka seyretmelidir. Göreceksiniz ki, sıcacık ve yumuşacık filmler yapabilen bu adamın, aynı zamanda korku-gerilim türünde de söyleyeceği çok şey vardır. Sinemamız, tekdüze bir yönetmeni değil, geniş bir yelpazede eserler verebilecek büyük bir yaratıcıyı yitirmiştir.

Ahmet Uluçay’ın, uzun metrajlı mirası ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ ve Sicilyalı usta yönetmen Guiseppe Tornatore’nin kült yapıtı “Cennet Sineması” (Nuovo Cinema Paradiso / 1988)... Bizim Gımıldak Recep ve düş ortağı Mehmet ile makinist Alfredo’nun gözü kulağı olan küçük Toto... Ne çok benzeşirler, her iki filmden de aldığınız lezzet, hemen hemen aynıdır.

Yalın bir hikâyeden, 40 ödüllü bir başyapıt çıkartmak, herkesin harcı olmasa gerek... Ancak film gibi bir hayatınız varsa işler değişir. Hem öykü, şiir ve senaryo yazacaksınız, hem de aynı anda yem fabrikasında hamallık yapıp film çekeceksiniz. Kamyonlarda direksiyon sallayıp, inşaatlarda ve tavuk çiftliğinde çalışacak, beyninizdeki tümörü hiçe sayıp son soluğunuza dek sinema diyeceksiniz. Evet, daha henüz 12 yaşındayken sinema yapmayı aklına koyan Ahmet Uluçay’ın azim ve kararlılıkla örülü yaşam öyküsü, değme senaryolara taş çıkartır. Umarım mesaj alınmıştır.

Bugün bize has bir sinemadan bahsedemiyorsak ve hala birbirinin kopyası gişe filmleri ve 7. sanat ile alakası olmayan girişimlerle avunuyorsak şayet, Ahmet Uluçay’lar yaşarken kıymetlerini bilmediğimizdendir. Bozkırın hüzünlü bilgesi, kuşkusuz son bir ders vererek veda etti bizlere, değerbilmezliğimizi gösterip, geleceğe dair sorumluluklar yükleyerek... Yönetmen Cemal Şan, onun ardından “Çok değerli bir sinema tutkununu kaybettik. Hastalığı sırasında ona gereken yardımı yapamadığımız için utanıyorum” dedi. Bu utanç hepimizin... Dileriz ki; üzgün, kırgın ve borçlu giden bu yalnız adam, çoğalmamıza vesile olur. Ve vefasızlık illeti, Ahmet Uluçay ile sonlanır ve herkes, Türk Sineması adına ellerini taşın altına koyar. Unutulmamalı, sinemayı var eden kolektif bir çabadır ve bu sanat, sadece ekip ruhuyla kotarılır. Uluçay’ın, 2007’de başladığı ancak hem hastalığı hem de maddiyatsızlık nedeniyle bitiremediği ‘Bozkırda Deniz Kabuğu’ adlı yapıtını, yönetmenlerimiz, imece usulü çalışarak nihayete erdirecekler. Dört gözle bekliyoruz.

CUMHURİYET GAZETESİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder