16 Şubat 2011 Çarşamba

Sinyora Claudia’yla Türk olmak



© Bir zamanlar büyük usta Visconti’nin vazgeçilmezlerinden olan Cardinale, Ali İlhan’dan sonra Ferzan Özpetek’le de çalışmak istiyor. ‘Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak’ filminin oyuncularını başarılı bulan Cardinale, İsmail Hacıoğlu’nu ise çok başarılı olarak niteliyor.

ALPER TURGUT

Claudia Cardinale, beyazperdenin evrensel ve efsanevi aktrislerinden biri, hiç kuşkusuz. Tunusta doğup İtalyaya geçen, ardından da Hollywoodu fetheden Cardinale, 1960ların en güzel kadınlarından biriydi, bizde de eski Ses ve Hayat dergilerinde 57 kez kapak olmuştu. Bugüne dek Mauro Bolognini, Federico Fellini gibi ustalarla çalışan Cardinale, Luchino Viscontinin ise vazgeçilmeziydi. Bugün 73 yaşında olan Cardinale, tam 53 yıldır sinemanın içerisinde ve kariyerine yüzü aşkın projeyi sığdırmasını bildi. Bu hafta gösterime girecek olan Ali İlhan yönetimindekiSinyora Enrica ile İtalyan Olmakadlı filmde başrol oynayan Cardinale İstanbuldaydı.

- Henüz ilk filmini çeken yönetmen Ali İlhanın projesinde yer almak için John Malkovichin teklifini reddetmişsiniz. Neden?

Ali İlhan, Parise benimle tanışmaya geldiği zaman heyecanından çok etkilendim. Senaryosunu da çok beğendim. Kariyerimde genç yönetmenlerle çalışmaya önem veriyorum. Onlara destek olmak için değil, karşılıklı bir alışveriş içinde olduğumuz için onları seçiyorum. Alinin filminden önce de Tunusta ve New Yorkta ilk filmlerini çeken yönetmenlerin filmlerinde rol aldım.

- İsmail Hacıoğlu ve Teoman Kumbaracıbaşı gibi Türk oyuncularla kamera karşısına geçtiniz. Oyunculuklarını nasıl buldunuz?

Önemli olan karşınızda iyi aktör ve aktrisler olmasıdır. Onlar kötü olursa iyi bir sonuç çıkaramazsınız. Her biri birbirinden başarılıydı. Ama İsmail çok başarılıydı.

- Filmin en çok hangi sahnesini sevdiniz?

Erkekler ve köpekler giremez tabelasının asıldığı sahneyi çok sevdim.

- Kariyeriniz sayısız ödülle dolu ama Altın Portakal Film Festivalinde En iyi kadın oyuncu ödülünü alarak ilk defa ulusal kategoride ödül alan yabancı bir oyuncu oldunuz. Bunun sizin için bir önemi var mı?

Ödülleri koyacak yer bulamıyorum artık. Ama Türkiyede bu kadar önemli bir festivalden ödül almak beni memnun etti. Hayatımda birçok ödül almış olabilirim ama bu ödül benim için önemliydi.

- Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz?

Sinemada en önemli şey işbirliğidir. Böylece sinema dünyadaki izleyicisine kavuşur. Sinyora Enrica ile İtalyan Olmakfilmi aslında bir Türk yapımı ama ortak bir kültür var.

- Çalışmak istediğiniz başka Türk yönetmenler var mı?

Ferzan Özpetek, filmlerini İtalyada çeken bir dünya yönetmeni. Kültürel tanıtım için sinemada işbirliği güzel olacaktır. Ferzan Özpetekle ve yeniden Ali İlhanla film yapmak isterim.

- Yeni bir proje

Pek çok senaryo geliyor, hepsini tek tek okuyorum. İçlerinde yakın dostum Kevin Kline ile karşılıklı oynayacağımız bir film projesi de var.

4 Şubat 2011 Cuma

Aşk Tesadüfleri Sever



ALPER TURGUT


“Aşk Tesadüfleri Sever”, adı da üzerinde zaten, sevdaya dair bir kesişme öyküsünü kurguluyor. Üç milyonu aşkın seyirciyi sinemaya çeken “Eyyvah Eyvah 2”den sonra bu yılın en iyi ikinci yerli filmi, şüphesiz. Masum bir dili var öncelikle, yer yer neşeli ve hüzünlü de üstelik. Teknik becerisi gayet iyi, müzikleri ayrı bir güzel… Ankara ve sevda aşkına, izlemeli derim.

Filmi Ömer Faruk Sorak çekti, yapımcılığını da Oğuz Peri üstlendi. Senaryo Nuran Evren Şit Erdik’e ait, müzik ise Ozan Çolakoğlu’na… Aşk Tesadüfleri Sever’in görüntü yönetmeni Veli Kuzlu… Filmin başrollerinde Belçim Bilgin ve Mehmet Günsur var. Bunun dışında Ayda Aksel, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Hüseyin Avni Danyal, Yılmaz Gruda ve Yiğit Özşener diğer kilit rolleri sırtlamışlar. Oyuncu kadrosu oldukça geniş, hatta Cezmi Baskın, Cansel Elçin, Arif Keskiner ve Ayşe Arman da filmde kısa roller üstlenmişler.

Aşk, tesadüfleri seviyor ya, peki, tesadüfler de aşkı seviyor mu? Kader ağlarını örmüşse, insan ne yapabilir, bu yüzden yanıtı biz bilecek değiliz, kesinlikle sorumlu yoldaşa, yani Eros’a sormak gerek. Evet, bizim öykümüz rastlantıya fazla abanmış, hani ana karnındayken, bebekken, çocukken, gençken, olgunluğa demir atmışken, birbirlerinin yakınında dolanıp durmuşlar. Hayat oyununu oynamış ve birbirleri için yaratılmış bu erkek ve dişi, Ankara’dan İstanbul’a sürüklenmişler, çoğunda teğet geçmiş, azında yakalanmışlar.

Geri dönüşler ile memleketin, 70’li, 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarına konuğuz. Şans faktörü, Özgür ve Deniz’in hikâyesinde, bazen destek, bazen de köstek oluyor. Başlarında sevda yeli, komik anlar, nostalji takviyesi ve elbette dram. Kısmet ve nasip işleri, zamanlama hatası ve aşkın meşhur senkron kayması… Aşk Tesadüfleri Sever, yazgı ise nihai kararı verir.

Başkenti fon alan filmler giderek çoğalıyor, bu güzel bir haber. Sonra aşk filmleri çekmekte adeta özürlü olan ülkemiz sinemasını adına Aşk Tesadüfleri Sever, gayet iyi bir proje. Aşk filmlerinin klişeleri yerinde kullanılıyor, bazı yabancı filmlerden de etkilenilmiş, senaryodaki bazı aksaklıklar, inandırıcılığı sarsmıyor, bütünü bozmuyor, ben başka bir final seçerdim misal ama var olan da sırıtmıyor. Belçim Bilgin, beyazperdeye yakışmış, fena da oynamamış. Mehmet Günsur, alınmasın ama aktörlük ona göre değil, iyi görüntü veriyor, ötesi yok. Belçim Bilgin ve Mehmet Günsur’un kimyası uymuş, bunu belirtelim. Öte yandan bakın Ayda Aksel, Şebnem Sönmez ve Altan Erkekli’ye, onlar, işlerini gayet güzel yapıyorlar.

Şimdi kaderci yaklaşmayalım diyorum ama mukadderat diye de bir şey var, değil mi? Tıpkı sözleri Murat Mungan’a ait, Müslüm Gürses’in seslendirdiği “Aşk Tesadüfleri Sever” şarkısında olduğu gibi;

Aşk tesadüfleri sever
Kader ayrılıkları
Yıllar geçmeyi sever
İnsan aramayı

Güller açmayı sever
Zaman soldurmayı
Eller birleşmeyi sever
Yollar ayrılmayı

Herkes geçmişi öder
Bir yol ayrımında
Başlamak istersen
Yeni bir hayata
Gölgeni yedek
Bırak ardında

Hayat tekrarları sever
Yeniden başlamayı
Kuşlar dalları sever
Kanatlarsa uçmayı.

1 Şubat 2011 Salı

Ak ile kara ve ille de mükemmeliyet



ALPER TURGUT


“Siyah Kuğu”ya (Black Swan) dek, kimse bana bale, bale belgeseli, bale filmi (operayı saymıyorum bile) izletemezdi, sevmezdim, beğenmezdim, istemezdim. Sonra işte Siyah Kuğu’yu izledim, her dem karşı çıktığım, hatta burun kıvırdığım, işte bu sanat değil diye kanaat getirdiğim bale, gözüme nasıl da güzel göründü, anlatamam. Önyargımı yıktı bu film benim, bale için korkunç bir efor, büyük bir emek ve müthiş bir konsantrasyon gerektiğini öğrendim. Ve içeriğinde de; Hırs, azim, nefret, kibir, mutluluk, mutsuzluk, yani insana dair her şey vardı.


Evet, Darren Aranofsky, “Pi”, “Bir Rüya İçin Ağıt”, “Hayat Ağacı” ve “Güreşçi” ile rüştünü ziyadesiyle ispatlayan bir yönetmen. Siyah Kuğu ise onun, irtifa kaybetmeden yoluna devam ettiğini gösteriyor, artık ustalık döneminde neler izleriz, kim bilir? Salt siyah ile beyazdan oluşan, griden muaf senaryo, Mark Heyman ve Andres Heinz’e ait. Başrollerde ise Natalie Portman, Mila Kunis, Winona Ryder, Vincent Cassel, Barbara Hershey var. Çocukluğundan beri takip ettiğimiz, büyüyüp serpildiğine ve giderek yetkinleştiğine şahit olduğumuz Natalie Portman, hayatının performansını ortaya koyuyor, en iyi kadın oyuncu dalında Oscar’ın tartışmasız favorisi… Ne diyelim? Hak ediyor, kesinlikle… Mila Kunis, ayrı döktürüyor, Barbara Hershey ayrı. Vincent Cassel, zaten Nefret’ten (La Haine) bu yana sevdiğimiz bir aktör, iyi oynaması şaşırtıcı değil. Kısacık bir rolü olan meşhur kleptomanımız Winona Ryder da forever Winona dedirtiyor (Aslında eski manitası Johnny Depp dövme yaptırmıştı böyle).


New York’ta yaşayan balerin Nina, kusursuzluk arayışındadır ve bu onu kontrol manyağı haline dönüştürmüştür. Nina’nın, mükemmel olmak arzusu, baskıcı ve hırslı annesi Erica tarafından kamçılanmaktadır. Eski bir balerin olan Erica, Nina’ya adeta kendi pişmanlıklarını yıkmaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy, ünlü Kuğu Gölü balesini uyarlamaya karar verir ve yıldızı olarak Nina’yı seçer. Yeni baş balerin Nina, sorunlu ve yaşı ilerlemiş selefi Beth MacIntyre’i saf dışı bırakmıştır. Ancak bu kez de devreye, dünya yansa umurunda olmayacak bir tip olan güzeller güzeli Lily girer. Lily, Nina’nın tam zıddıdır ve bu hal, rekabeti ve yeni doğacak bir yakınlığı körükler. Evet, iyilik timsali Beyaz Kuğu ile karanlığın güzeli Siyah Kuğu’yu canlandırmak, hep bembeyaz yaşamış Nina’yı eninde sonunda dönüştürecektir.


Sesin kullanımı, müzik, koreografi, görsellik, haliyle filmin artıları… Giderek artan gerilim, şık bir final, karakterin dönüşümü, yan karakterlerin desteği, diyaloglar, hemen her şey neredeyse tastamam. Ama neredeyse… Siyah Kuğu, bir başyapıt olamaz. Ambalajı çok güzel ama kusursuz değil. Kişilik dışında meselesi yok. Senaryo ise mevzubahis, “Başlangıç” (Inception) var, üzerine düşünmek ise istenilen “Biutiful” ile “Benim Hikâyem” (Barney’s Version) ne güne duruyor.


Şimdi filmin ayrıntılarına daha da girmek isterdim lakin “spoiler” derler, belki de demezler, çünkü Siyah Kuğu gösterime girmedi ama neredeyse izlemeyen de kalmadı. Yine de bu filmi, sinemada seyretmeli, inanın çok daha farklı, buna kesinlikle emin olabilirsiniz.


Peki, bir daha bale ile ilgili bir şey izler miyim? Sanmam, öncelikle çok aristokrat işi buluyorum. Kanımca estetiğin fazlası da zarardır. Yani sentetik geliyor, sempatik gelmiyor. İşte öyle bir şey…

Cinedergi